Ak Parti nasıl bir partidir sorusuna verilecek o kadar çok cevap var ki. Bu cevapların en başta geleni partinin “Kitle” partisi olması.

Kitle partisi ne demek peki? Bünyesinde toplumun her kesiminden,her sosyal katmanından, her meslek veya sektöründen, her şehrinden,her ırk veya kültürden… insanları barındırması demek. Bunun da en temel sonucu herhangi bir ideolojiye tâbi olmayıp bu kadar farklı kesimleri bir potada eritebilecek bir siyasi kültür inşaa edebilmiş olması. Sonuçta bu siyasi kültüre her bir partili ve seçmen kendinden birşey kattığı gibi kendinden birşeyler de bulabiliyor.Dolayısıyla bunca yıllık iktidar yıpranmışlığına rağmen hala kitlelerin partiden ve bu siyasi kültürden vazgeçmemelerinin altında bu siyasi kültüre aidiyet var. Sadece bir liderin peşinden giden insanlar olarak düşünülmesi en başta Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğana haksızlık. Çünkü o da partiyi ve kendini tanımlarken “dava” fikriyatını her fırsatta dile getiriyor. Bu davanın bu siyasi kültürün doğal sonucu olduğunu bilen veya hisseden her bir partili ve seçmen,birçok olumsuz siyasi kişi-olaya rağmen bu davaya inanıyor ve vazgeçmiyor.

Ama hem partide hem de seçmende özellikle son yıllarda yaşanan çok genel bir “atâlet” hali de yadsınamaz bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Bireysel dünyasında kendini ifade ettiği etnik-dini-siyasi-toplumsal kimliği ile çatışan kararlardan veya Kitle partisi özelliğini sarsan her bir olay veya karardan sonra parti aidiyeti sarsılan partili veya seçmene fazlaca rastlar olduk. Bu bir varlık-yokluk tehlikesi doğuracak kadar büyük bir tehlike olmasa da ,uzun vadede tahlile ihtiyaç duyan bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. 22 yıllık iktidarı boyunca sadece muhalefetin değil kendi partililerinin de hoşuna gitmeyecek kararlar muhakkak ki alındı ve bu süreç partililerde veya partili seçmenlerde kendi kimlikleri üzerinden eleştirel bir tavır çıkmasına yolaçtı. Haliyle de her kesimden partilinin de eleştirilerini sıraladığı bir iklim oluştu. Bu iklim kısa vadede değilse de uzun vadede sorun oluşturabilir.

Kitle partisi kimliğini daha fazla ortaya koyarak belirginleştirilecek siyasi karar ve pozisyonlar arttıkça bu eleştiri iklimi de azalacaktır.

Bir diğer yandan da uluslararası siyasi iklimde de müthiş bir süreç yaşanıyor. Orta yol-Kuşak yol- İpek Yolu adıyla anılan ticaret yolu artık daha fazla belirginleşti. Bu süreçte yakın zamanda BRİCS,  Suudi Arabistan-Mısır-BAE-İran-Etiyopya yı da arasına almasıyla daha da berraklaşan, dünyanın ekseninin zaten uzun zamandır doğuya kaymasıyla beraber artık “Batı” kavramının güç dengeleri açısından içinin boşalacağı ve güç dengelerinin doğuya kayacağı bir süreç hızla ilerliyor. Bu Orta yol-Kuşak yol-İpek Yolu ‘nun da en başat ülkesi Türkiye oluyor-olacak. Bunca yıldır batı veya batıcılık tahakkumuyla yaşamaya zorlanan Türkiye’nin bu yeni dünya düzeninde bulacağı yer bundan sonraki yüzyıllardaki ekonomik ve siyasi pozisyonunu da etkileyecek. Yeni dünya düzeninde sözsahibi olmanın en temel yolu, batı ikiyüzlülüğünden sıyrılıp evrensel düzene ve adalete uygun pozisyon alması. Bunun için de Sayın Cumhurbaşkanı uluslarası siyaseti ilmek ilmek dokuyarak ciddi bir pozisyon kazandırdı hem kendine hem de ülkemize. Ancak bu yeni dünya düzenine uygun adım atmasının önünde de en büyük engel yine ve her zamanki gibi yurdumun Tatlısu batıcıları. Kendi ikballeri, “batıcılığı” gerektirdiği için “demokrasi-özgürlük-çağdaşlık” maskesiyle yaygara yapan bu umarsız batıcılar her zaman olduğu gibi bu zamanda da sırtımızda bir küfe gibi dolanıyorlar. En son Suudi Arabistan’daki maç kumpasıyla bu tavırları daha bir belirginleşti. Yeni dünya düzeninin en önemli aktörlerinden olacak olan “Arap Uluslarına” karşı son yıllarda ülkemizdeki göçmen politikalarını milli duyguları kaşıyarak köpürtüp karşıtlık oluşturan bu “batıcılar” en son Suudi Arabistan daki süper kupa kumpasıyla da işi iyice azıttılar.

Tartışmanın zeminini ısrarla batılı değerler-özgürlük-modernite zeminine çekmeye çalışarak hala Arap uluslarına dindar kimlik üzerinden  saldırmaktan ibaret bir sığlık yaşatmaya çalışıyorlar. Arap kimliğine saldırıyormuş gibi yaparak bir taşla iki kuş vurarak aslında ülkemizdeki İslami hassasiyetlere veya dindarlara salvo yapıyorlar. Bu kimlik siyaseti hiç bitmedi bu topraklarda. Bitecek gibi de gözükmüyor. Bu batıcı Siyasiler açısından tabanlarını konsolide etmek için en kolay yol bu kimlik siyaseti ve dindarlara-dindarlığa saldırma konforuyla her zaman siyaset alanı bulabiliyor yurdumda. Tabii ki muhalefetin bu kendine konforlu siyaseti de anlamsızlaşacak ve halkta karşılığı kalmayacak ama yine de siyaseten zaman ve enerji kaybettirerek hep cepten yedirecek ülkemize. Yoksa en azından uluslararası zeminde ve ülküde birleşen bir siyasi rekabet ortamı, bu ülkenin gelecek yüzyıllarda dünyada sözsahibi olması için yeter de artar bile.